ÇOCUKLARDA DOĞUM SIRASININ KİŞİLİK GELİŞİMİ ÜZERİNDEKİ PSİKOSOSYAL ETKİLERİ

ÇOCUKLARDA DOĞUM SIRASININ KİŞİLİK GELİŞİMİ ÜZERİNDEKİ PSİKOSOSYAL ETKİLERİ

Kişiliğin gelişiminde doğum sırasının önemi üzerinde duran önemli teorisyenlerden bir tanesi Alfred Adler’dir. Adler, anne babanın birbiriyle işbirliği içerisinde bulunduğu özverili bir ortam içinde olsa dahi, çocukların aile içerisindeki konumlarının birbirinden farklı sosyal koşullara tabi olması sebebiyle, farklı kişilik sergilediklerini savunmuş, yaşanan deneyimleri ilk çocuk, ortanca çocuk, en küçük çocuk ve tek çocuk deneyimleri olarak ayrı ayrı sınıflandırmıştır.

Bu yaklaşıma göre ilk çocuk doğduğu andan itibaren, ikinci çocuğun doğumuyla tahttan indirilene kadar ailenin tek başına ilgi odağıdır ve özenle büyütülür. İkinci çocuğun doğumuyla birlikte konumunun değişmesiyle kendisini farklı bir noktada bulan ilk çocuk, bunu büyük bir darbe olarak algılar ve sonrasında düzen ile otoriteyi devam ettirebilmek adına endişeli, düşmanca, otoriter ve muhafazakâr hale gelebilir.[1] Eğer ilk çocuk ailesi tarafından sonradan gelen çocuğun gelişine özenle hazırlanmış ve işbirliği yapmak üzere eğitilmişse kriz kötü etkiler bırakmadan atlatılabilir. Ancak ikinci çocuğun gelişini derinden yaşayan ilk çocukların bir çocuğunun yaşadığı yoksunluk trajedisinin erişkinlik yaşamını şekillendirdiğini ve pek çok olguda dibe vurduklarını, sorunlu, nevrotik, suçlu, ayyaş olabildiklerini gözlemlemek mümkündür.[2] Güç kullanmayı ve hileler bulmayı daha iyi beceren ilk çocuk, anneyi üzmeye çalışıp, onun kendisini göz ardı edemeyeceği şekilde davranmayı sürdürürse, bir süre sonra aile içinde sevilmediğini ve geri plana itildiğini hissetmeye başlayabilir. İlgi çekecek kimseyi bulamadığını hisseden ilk çocuk, kendisini haklı görerek insanların sevgisini kazanamayacağını düşünerek zamanla sinirli ve içe dönük hale gelir, topluma yönelik ilgiden yoksun yetişir, başkalarıyla kaynaşamaz, kendini yalnızlığa alıştırır, eylem ve dışavurumları ise geçmişe ve dikkat merkezi olduğu zamanlara yöneliktir.[3]

Ortanca çocuk ilk doğan çocuğa göre çok daha farklı bir konumda bulunmaktadır. Doğduğu andan itibaren dikkati kendinden büyük çocukla paylaşır ve ilk çocuğun kendisinden önceki tahtına oturduğundan ilerleyen yaşlara kadar habersizdir. Doğuştan rekabete girmesi sebebiyle genellikle isyankâr, kıskanç ve hırslıdır, ilk doğan çocuğu bir şekilde yakalamak ve geçmek ister. Ortanca çocuk, kendisinden sonra aileye başka bir çocuk geldiği ve konumunu yitirdiği takdirde bu durumu atlatmak için ilk çocuğunki kadar ağır bir süreç yaşamaz, çünkü başka bir çocukla işbirliği yapmayı öğrenmiştir. Bu sebeple ortanca çocukların işbirliği yapma yetenekleri ve toplumsal ilgileri diğer sıradaki çocuklardan fazla gelişir, ayrıca geride kalmamak için de çok çaba sarf ettiği için genellikle hem yetenekli hem de başarılı olurlar. İlk doğan çocuk genellikle ortanca çocukla rekabet etmekten korkar ve ortanca çocuk ondan daha başarılı olur.[4] Adler fiziksel yetersizliklerle doğmuş bir çocuk olmasına rağmen, aynı zamanda ikinci çocuk olarak ağabeyi ile yaşamı boyunca rekabet içerisinde olmuş ve fiziksel yetersizliğine karşın çalışmalarında uluslararası düzeyde başarı göstererek kendisini ispat etmiştir. Ancak bu başarıları sonrasında dahi kendisini ağabeyinin gölgesinde kalmış hisseden Adler, orta yaşlarında “iyi bir sanayici olan abim Sigmund, her zaman olduğu gibi yine benim önümde” demiştir.[5]

En küçük çocuk genellikle tüm ailenin en çok ilgi gösterilip şımartılanıdır ve şımarık çocuk özellikleri gösterse de kendinden büyüklerle çok fazla rekabet ettiği için, iyi bir gelişme göstererek diğerlerini geride bırakabilir. Tarihte kahramanlık hikâyeleriyle anılan pek çok en küçük çocuğa rastlamak mümkündür. Anne, baba ve kardeşlerinden hep destek gören en küçük çocuk, hırsını ve gayretini uyaracak çok fazla etken olması sebebiyle ileride ailenin direği haline gelebilir. Ancak diğer yandan, şımarık çocuk özellikleri sergilemesi nedeniyle de, kendi çabasıyla başarı gösterme cesaretine sahip değildir. Bu sebeple en küçük çocuklar hem tembel, hem de hırslı ve hayalcidirler. [6]

Adler’e göre tek çocuk, çoğunlukla istediği takdirde çocuk sahibi olabilecek, ancak birden fazla çocuğu destekleyecek maddi imkâna sahip olmadığını düşünen ailelerde daha sık görülmektedir. Bu tarz ailelerde ortamının gergin olması, anne babanın ürkek ve kötümser olmaları muhtemeldir. Adler, doğan çocuklar arasında uzun zaman aralığı bulunduğu takdirde, her çocuğun tek çocuk özelliği taşıma ihtimalinin yüksek olduğunu, tek çocuğun en önemli özelliğinin ise, dikkat merkezi olmayı yalnızca kendi hakkıymış gibi görmek olduğunu belirtir. Bu sebeple Adler, üç yıl farkla doğan çocuklardaki yaş aralığının hem küçük kardeşle iş birliği yapma, hem de birden fazla çocuğun varlığını kabullenme açısından ideal yaş aralığı olduğunu savunmaktadır.

Bireysel Psikoloji teorisi, tek çocuğun kendine özgü bir takım sorunları olduğu, ancak burada yaşanmakta olan rekabetin, ortamda rakip olarak başka kardeş bulunmadığı için babaya karşı yaşandığı görüşündedir. Buna göre anne tarafından şımartılan çocuk, anneyi kaybetmekten korkar ve ‘anne karmaşası’ olarak adlandırılan mekanizmayı geliştirerek bu yönde babayı aile resminden atmaya çalışır. Dikkat merkezi olmayı yalnızca kendi hakkı olarak gören tek çocuk, bunun aksinin yaşandığı durumlarda son derece zorluk çeker. Bu sebeple konumunu tehlikeye sokmamak için kendinden sonra gelen bir kardeşe sahip olmayı hiçbir şekilde istemez.

Toplumsal yaşamda mevcut olan, insanlar arasında yaşanan rekabet ve yarışın temel nedeni, başkalarını alt etme ve geride bırakma hedefinin peşinden koşmaktır. Bu hedef, ilk çocukluk deneyimlerinin, kendini aile içerisinde eşit hissetmeyen çocuklarda oluşan rekabete yönelik eğilimin ve çabaların bir sonucu olarak ortaya çıkar. Adler yetişkinleri incelediğinde ilk çocukluktan beri devam eden bir takım etkilerin önemli rol oynadığını, aile içerisindeki konumun bireyin hayatında kalıcı izler bıraktığını, gelişimde karşılaşılan güçlüklerin ise aile içindeki rekabet ve işbirliği eksikliğinin sonucu olarak açığa çıktığını iddia eder. Bu durumun gelişerek sorun haline gelmesine engel olacak olan yaklaşım ise anne ile baba arasında dayanışma ve işbirliğinin bulunması, ayrıca bunun çocuğa da öğretilmesidir. Adler, iş birliği konusunda eğitilen çocuğun, bu dezavantajlardan da kurtulacağını savunur.[7]

[1] Duane P. Shultz & Sydney Ellen Shultz, Modern Psikoloji Tarihi, s. 658.

[2] Adler, Understanding Life: An Introduction to the Psychology of Alfred Adler, s. 9.

[3] Adler, Yaşamın Anlamı, s. 121, 122.

[4] Adler, Understanding Life: An Introduction to the Psychology of Alfred Adler, s. 10.

[5] Shultz & Shultz, a.g.e., s. 658.

[6] Adler, Yaşamın Anlamı, s. 125.

[7] A.e., s. 126, 128.

 

• Makale Ali Engin Uygur’un “Din Psikolojisi Açısından “Alfred Adler Psikolojisi’nin Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezinden alıntılanmıştır. Tüm Telif Hakları Saklıdır.