Psikoloji ve Din Açısından, Bireyde Doğuştan Gelen Üstünlük Hedefi ve Omnipotent Duygular

Psikoloji ve Din Açısından, Bireyde Doğuştan Gelen Üstünlük Hedefi ve Omnipotent Duygular

Yaşamın da bir gün sonunun gelecek olması ve her geçen dakika bu sona doğru ister istemez, adım adım devam eden ilerleyiş, yaşamın anlamını düşünen bir bireyi hayatı sorgulayarak nihai bir amaç edinmeye teşvik eder. Yaşamın anlamı, kişiye göre öznel olarak belirlenen üstünlük hedefi doğrultusunda her insanda değişiklik gösterir. Alfred Adler, Bireysel Psikoloji Teorisinde bireyin doğuştan gelen üstünlük duygularına oldukça önem vererek açıklamaya çalışmıştır. Adler, uğrunda mücadele verilen hedeflerin aslında gerçek olgular olmadığını, gerçekleşme ihtimali olan potansiyeller olduğunu belirtmektedir. Diğer bir deyişle Adler, bireyin kendine özgü olarak belirlediği ideallere ulaşmak için çaba sarf ettiğini, ancak hedeflerinin aslında gerçeklik karşısında test edilemeyen, kurgusal ya da hayali idealler olduğunu savunmaktadır.[1]

Bireysel Psikoloji’ye göre yaşamın yararsız tarafına yönelik hareket ettiğinin farkına varan bir birey, bunun yerine bireysel ve toplumsal faydaya dönük doğru bir üstünlük hedefi belirlemesi gerektiğini anladığı takdirde, bu yönde çaba sarf ederek ortaya toplumsal faydaya dönük bir yaşam biçimi koyacaktır. Tek tanrılı dinlerde de günahlarının farkına varan bir bireyin, tövbe ederek hayra ve barışa yönelik ameller ortaya koyma ve ahiretini kurtarmak için çaba sarf etme, iman edenlerle bir arada mücadele etme süreçleri birbirine temelde oldukça benzemektedir. Bireysel Psikoloji, bu süreci bireyin kendini ve toplumunu geliştirmeye yönelik, ileri doğru hareket etmesi şeklinde görürken, tek tanrılı dinler, bireyin gözündeki gaflet perdesinin kalkmasıyla birlikte, iman etmesi, hayra ve barışa yönelik ameller ortaya koyması şeklinde değerlendirir.

Tek tanrılı dinler, dünya hayatının ahiret yanında çok kısa ve geçici olduğunu, gerçek mükâfatın ise ölümden sonra ahirette verileceğini savunurlar. İnsanlar bu doğrultuda ölüm sonrası bir hedef olan ahirette cenneti kazanmayı kendilerine nihai üstünlük hedefi olarak belirlemeli, hayra ve barışa yönelik işler yaparak, Tanrı’nın rızasını kazanmak için çaba sarf ederek ve tek tanrılı dinlerin getirdiği kuralları uygulayarak yaşam biçimini şekillendirmelidirler. Kutsal kitaplarda geçen bazı ifadeler bu konuya örnek olarak gösterilebilir:

 

15- Hakla yürüyen, ve doğru söyliyen, gadr ile olan kazancı hor gören, rüşvet almaktan ellerini silken, kan dökme sözünü işitmeğe kulak tıkayan, ve kötülüğü görmemek için gözlerini yuman;

16- yüksek yerlerde o oturacak; kaya hisarları onun yüksek kulesi olacak; ekmeği verilecek; suyu emin olacak. [2]

 

62- Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).[3]

 

Bireysel Psikoloji, inançlara ve davranışlara odaklanırken, dini inanç sistemlerinde ve kutsal kitaplarda anlatılan kıssalarda olduğu gibi bireysel sorumlulukların ve seçim yapma özgürlüğünün üzerinde durmaktadır. Bireysel Psikoloji’deki teleolojik yaklaşımın muhafazakâr ya da maneviyatı yüksek insanların terapi aşamalarında oldukça fayda görmesini sağladığından söz etmek mümkündür. Din psikolojisi alanında çalışmaları bulunan, çalışmalarında dinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini araştıran, uzman klinik psikolog Kenneth I. Pargament, dindar ya da manevi yatkınlığı olan bireylerin kendilerini kutsalı arayan kişiler olarak gördüklerini, aşkın olan bir varlığa yöneldiklerini, hayatlarına anlam veren şeyi bulmaya ve onu korumaya çalıştıklarını belirtmiş, psikologların ise insanların hayatlarındaki kutsal ve manevi amaçları göz önünde bulundurarak spiritüeliteyi psikoterapi sürecine doğru şekilde entegre edebilmek için önemli çalışmalar yapmaları gerektiğini savunmuştur. Adler insanlara motive edici gücü veren nihai hedefleri için çaba sarf ettikleriklerinden, bu işlevi yerine getirmenin insanların tabiatında bulunan ideal bir durum olduğundan bahsetmiştir. Bu görüşe paralel şekilde Pargement, kutsalı arama ve maneviyat potansiyelinin insana yaratılıştan geldiğini, bireysel seçimlerin, çevresel ve biyolojik şartların etkisiyle bazı insanların bu konuda diğerlerinden daha fazla motive olduklarını ifade etmiştir. Uzman klinik psikolog Pargement, insanların yaşam boyu arayış süreci içerisinde olduğunu ve bu doğrultuda çaba sarf ettiğini, ancak böyle radikal bir varsayımın, sosyal öğrenme, psikodinamik ve biyolojik yaklaşım gibi zamanın önemli teorileriyle çeliştiğini, Adler içinse nihai amaca doğru çabalamanın Bireysel Psikoloji’nin en önemli temel bakış açısı olduğunu belirtmiştir.[4]

Tüm hedefler için ortak bir nokta bulabileceğinden bahseden Adler, bunun temelde omnipotent bir duygu olarak açığa çıkan ‘Tanrı gibi olma’ arzusu olduğunu iddia etmiştir. Dini inanç sistemlerinde tüm zamanlarda ve sonsuzda yaşayan ölümsüz varlık olan Tanrı görüşünden yola çıkarak, insanların ‘Tanrı gibi olma’ hayaline kapıldığından söz eden Adler, tanrı tanımazların dahi Tanrı’yı yenmek, ondan yukarıda olmak gibi güçlü üstünlük hedefleri taşıyabildiklerinden söz etmiştir. Çocuklarda küçük yaştan itibaren kendisini hissettiren üstünlük hedefine yönelik davranışlar incelendiğinde açıkça “Tanrı olmak isterdim” ifadesini kullanan çocuklar görebilmenin mümkün olduğunu belirten Adler, çocukları ‘Tanrı gibi olma’ üzerine eğitmek isteyen bazı eğitmenlerin bulunduğunu da ifade etmiştir. ‘Tanrı gibi olma’ kavramının daha alçakgönüllü bir ifadeyle ‘superman’ olma düşüncesiyle de ifade edilebileceğini söyleyen Adler, bunun her şeyi bilme, evrensel bir akla sahip olma arzusunun ve yaşamı sonsuz kılma isteğinin daha ussal bir ifadesi olduğundan söz eder. Bazı dinsel öğretilerde de mevcut olan, buna paralel bir üstünlük hedefinin varlığına işaret eden Adler, Hıristiyanlık inancına göre Hz. İsa’nın havarilerinin kendilerini ‘Tanrı gibi olma’ üzerine eğitmeye çalıştığından da bahsetmiştir.[5]

Ruhsal dengesi bozulan insanların ‘Tanrı gibi olma’ arzularını sıkça dile getirdiklerini ifade eden Adler, Napolyon ya da Çin İmparatoru olduğunu iddia ederek ortalıkta dolaştıklarından, toplumun gözü önünde, dünya çapında ilginin merkezinde ve tüm dünya ile radyo iletişimi içinde olmayı, her konuşulanı dinleyebilmeyi arzulayarak doğaüstü güçler hayal ettiklerinden söz etmiştir. Adler, Nietzsche’nin ruhsal dengesinin bozulduğu bir dönemde Strindberg’e yazdığı bir mektubu ‘çarmıha gerilen’ olarak imzalamasını, duruma benzer bir örnek olarak vermiştir.[6]

‘Tanrı fikri’ ile mükemmelliğe ulaşma amacının iç içe olduğundan söz eden Adler, zamanla bu inancın daha somut bir hal alarak insanın mükemmelliğe erişmek için duyduğu, soyutlanamayan omnipotent arzularına en iyi yanıtı verdiğinden söz etmiştir. Ayrıca sosyal duyguların insana dini amaçlar edinmede ve uygulamada verdiği motivasyondan bahseden Adler, dinin insanları aynı amaç uğrunda bir araya getirici etkisinin bulunduğuna da değinmiştir.[7]

Dini inanç sistemlerinin aşırı zorluklar ve katı kurallar içermediğini savunan Adler, aksine dini inancın insanın mükemmeliyete ulaşabilmesi yolunda önemli bir basamak olduğunu ve bu ilişkinin Bireysel Psikoloji ve dini inanç sistemleri arasındaki en büyük uyumun kanıtı olduğunu belirtmiştir.[8]

[1] Duane P. Shultz & Sydney Ellen Schultz, Theories of Personality, (California: Wadsworth, 2005), s. 130.

[2] Eski Ahit, İşaya (33): 15-16.

[3] Kur’an, Bakara 2/ 62.

[4] Bkz. Johansen, Religion and Spirituality in Psychotherapy: An Individual Psychology Perspective., s. 47-48.

[5] Adler, Yaşamın Anlamı, s. 57.

[6] A.e.

[7] Adler, Social Interest: A Challange to Mankind, s. 158.

[8] Baruth & Manning, a.g.e., s. 431.

 

• Makale Ali Engin Uygur’un “Din Psikolojisi Açısından “Alfred Adler Psikolojisi’nin Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezinden alıntılanmıştır. Tüm Telif Hakları Saklıdır.